19 Nisan 2012 Perşembe

Her hikayede olduğu gibi bu hikayede de iki kişi vardır..

Birisi umursayan, deli gibi seven, özleyen...

bir de diğeri vardır. kıçını da yırtsan ulaşamayacağınızı sandığınız. sevginizin ıspatının gereğini yerine getirmiş olduğunuz halde. hala hiçbirşey yokmuş gibi davranan umursamaz. aciz.anlayışsız.

öyle severki biri dünyanın onun etrafında döndüğünü hisseder gözlerine her baktığında. her baktığında o gözlerde kendini bulmanın ruhunun ilacı kalbinin dermanı olduğunu sanar. bir an uzaklaşsa bin an içindedir sevgilinin. öyle hisseder. ve dokunur onsuzluğa...

diğeri ise sadece alaycıdır. sevgiyle dalga geçer. net hiçbir yargısı yoktur. ne evet diyebiliyordur nede hayır! . içinde korkuları olsa da birşeyleri hep ters anlasa da. zamansızlıktan yakınsa da. sonuç değişmez ve sevenin sessiz çığlıklarını hiç duymaz o. umursamaz ya hani!.. uykusuz geceleri bilmez o. tek bir sözüne muhtaçken. kıçını devirip yatmayı da iyi bilir o. umursamaz ya hani!..

ee sonuç dediğini duyar gibiyim. sonuç her zamanki gibi hüsrandır. biri sever sevdiğiyle kalır. biri umursamaz acı çektirir. zalimliğiyle kalır.

bundan daha büyük bir sonuç olabilir mi, ömrünü umursamaza adamışken?

18 Nisan 2012 Çarşamba


 Tırnaklarım uzadı baya lan..
1 tanesi kırılmıştı. Hepsini kesmek zorunda kalmıştım.
nasıl üzülmüştüm nasıl :(

Hayatınızda bir kez dahi olsa dibi gördüyseniz kalbinizin bir kavanoz dibine benzediğini bilirsiniz. Nasıl kavanozun içinde bir şeyler bitse bile biraz kahve, biraz şeker, biraz reçel kalıyorsa; biten bir aşktan biraz acı, acı verenlerden biraz nefret, gidenin ardından biraz hüzün, hasret kaldığında özlem, yaşanmamış duygular adına biraz öfke, kalır kalbinde.
Derinde kalan her şey anlamlı bir hüzne dönüşür zamanla yüzünde, sadece dikkatli bakanların anlayacağı.
Kendisinden büyük yiyeceği taşıyan karıncalar misali, hayatın yükünü taşıyoruz sırtımızda.
Hiçbir şey istemiyorum ve böylece beklentilerin sıfırlanıyor ve kendiliğinden gelen bir mutluluk hali sarıyor beni ya da bir sabah annesinin babasının süpriziyle uyanan çoçuk gibi kendiliğinden oluveren şeyleri hayatın bana yaptığı küçük süprizler olarak algılıyorum. Tabi hayatın bize oyun oynadığı da oluyor ara sıra.
Bir kadın olarak seviyoruz yanında güvende olduğumuz, kendimizi huzurlu hissettiğimiz, zeki erkekleri. Yanlarında mutlu oluyoruz ama bir yerde bozuluyor büyü. Bir yanlış anlaşılma, bir ayrılık, bir koyvermişlik oluyor bir zaman sonra. Ne yapalım biz hayat yorgunuyuz bir aşkın peşinde koşacak değiliz. Koşsak bile yakalayabilecek miyiz? Sonra biz yalnızlığa alışığız.
Kendime öyle kalabalığım ki bu aralar, içimdeki kalabalık sürekli benimle kavga halinde. İçimdeki kalabalığın içinden kurtulmalıyım.
Benden giden ne varsa bir şeyler alıp götürdü, giden gelir mi bilinmez. Gideni değil kendimi bekliyorum. Giden her parçam elbet bir gün dönecek bana.
İki kelimeyi birbirine bağlayan bağlacımı kaybettim dolayısıyla iki insan bağlanamıyor birbirine cümlelerimde bile. Ve ne yaparsan yap az gelişmiş bir cümle olmaktan kurtaramıyorum onları.
Yaşam gelip geçiyorken ben sadece izliyorum. Bir film şeridi gibi akıyor hayat, bir sabun gibi kayıyor ellerimden tutamıyorum, yakalayamıyorum kaçırdığım bir şeyler var bu yüzden yaşamaya bile geç kalıyorum hep biraz geriden geliyorum.
Gelecek günler bana ne getirecek? Hiçbir fikrim yok. Nerede yaşarım, nerelere giderim, hangi kıyafetleri giyerim, hangi kitabı okurum,hangi insanlarla görüşürüm, hangi gazeteyi takip ederim, nerede yemek yerim, hangi evde yaşarım?
Benimkisi saçma bir düşünce şekli!

16 Nisan 2012 Pazartesi

yerle bir olmak umrumda değil.... alınan darbeler en yakınlardan gelince ve bunu gözler görünce en zor olanı yaşıyor insan... bir daha nasıl cesaret edip açabilir ki kapılarını..? alışılmadıklara alışmaya çalışmak.. herşey aynıyken, dünyanın tersine çevrilmesi.. ve üstüne binen tonlarca ağırlıkta kuş tüyü gerçekler.... uykundan sarsarak uyandırma etkisi yaratırlar üstünde... ve sen öyle savunmasızca bakarsın gözlerine...
durup bir düşünürsün orda gerçekten hiç bi çift göze bakmamış mıydım ben..?
ne değismişti..? kimler alıp götürmüştü yerlerinden diye... Oysa... oysa güvenle uzanmışsın sen o gözlere.. bilmemişsin karanlık olduğunu, bilememişsin yüreğinin görmeyen gözüne aldandığını.. artık biliyor olsan ne fayda.... giden gitmiştir yudumlarından.. damlalarından... en önemlisi, zamanlarından...

Anlarsın ki; Aslında kimsenin farkı yok kimseden

Anlarsın ki; Aslında kimsenin farkı yok kimseden.
Sadece biri daha iyi yalan söyler, biri daha iyi oynar oyununu. 
Hepsi bu ...

Can Yücel

insanların değerini neyle ölçeriz?

var mıdır elimizde öyle bir cihaz? ne zaman anlarız aslında fazla değer verdiğimizi? yanlarımız da yanlarında olduğumuz zaman mı? bir kaç hediye vermek bir kaç güzel söz, içinizden kopan bir şeyler değer göstergesi midir?

her daim hayatımızın bir yerinde olan insanlar için yaparız bunu. bazen dost gördüğümüz kimselerdir, bazen sevgili, bazen de aileden birileri. bir insanı sırtında taşıdığın sürece iyisindir kimine göre, sırtından indirdin mi de kötü olursun. dostum dediğiniz kişiyle her daim aynı çatı altında ya da aynı şehirlerde yaşayamazsınız, aranıza mesafeler girer, bazen bir iki lafın belini kırmak için aylar beklersiniz. herkesin kendi hayatı vardır kendi hayat telaşı vardır. her daim sizin yanınızda olamaz insanlar değil mi? siz kötüyken yanınızda olamadı diye ona kırılamazsınız. dostunuzdur ya böyle bir lüksünüz yoktur. elbet bir gün onun da size ihtiyacı olduğu bir gün siz de iki eliniz kanda olacak ve onun yanında olamayacaksınızdır. belki artık dost olamadığınızı anlayacaksınız, bazı sorunlar yüzünden arkadaşlığınızı bile bitirebilme noktasına geleceksiniz. o zaman bu dost size kazık mı atmış olacak? bu kişiye verdiğiniz değer fazla mı olmuş olacak? peki ya sizinle beraber ağlayabildiği geceler. onlar da mı yalan olacak?

sevgili mi fazla değer verdiğiniz? daha iki gün önce sizi terketmeden onu ne kadar çok sevdiğinizi haykırıyordunuz dünyaya. n'oldu? aşk ile nefret arası ince ipte cambazcılık oynarken nefret kısmına mı düşüverdiniz birden sizi daha az seviyor diye? siz daha fazla değer mi vermiş oldunuz o sizi bıraktı gitti diye. daha iki gün önce öyle düşünmüyordunuz ama. hayatı paylaşmak istiyordunuz belki de. şimdi siz fazla sevdiniz diye bir an da ona verdiğiniz değerin fazla olduğuna mı inandınız?

ailenizden birine mi fazla değer verdiniz? mesela annenize ya da babanıza. anneniz değil miydi daha küçücük bir çocukken siz her ağladığınızda yanı başınızda biten, o değil miydi siz hasta olduğunuz gecelerde yanınızdan ayrılmayan? babanız değil miydi siz bugünlere gelebilesiniz diye çalışıp size bakan? ya da çalışmayan ve size bakmayan? n'oldu şimdi? iki günde boyut mu değiştirdi aile sevginiz ve anlayışınız?


bir insana verdiğiniz değer sizin o an aldıklarınızla kıyaslanır. insanoğlu her daim hep bana der. hep bana. hep siz kendi verdiklerinizi görürsünüz. size verilenleri göremezsiniz. hiç bir kimse bir başkasına benzemez. herkesin kendine göre bir hayatı ve hayat anlayışı vardır. siz belki sevginizle, maddi imkanlarınızla gösterirsiniz verdiğiniz değeri, ama o belki bir sözle, bir öpücükle. insanoğlu hep kendi verdiğini görür, hiç bir zaman aldıklarını görmez. görmek istemez çünkü. her kendine yapılan hatada karşı taraf sorumludur. kendisi sütten çıkmış ak kaşıktır o hata yapmaz. o her şeyi en iyi bilendir, karşıdaki bilmeyen.

sahi verilen değerler neyle ölçülür? ne zaman anlarız biz fazla değer verdiğimizi? bugüne kadar onca kişiye kendime verdiğim değerden fazla değer vermişimdir hep de karşılıklarını mutlaka almışımdır kimileri beni tatmin etmiştir kimileri etmemiştir. ancak hep almışımdır. verdiğim değerin fazlalığını azlığını ben neyle ölçebilirim? bana sunabileceğiniz anı anına o kişiye verilen değerin fazla olduğunu kafama tokmakla vurur gibi anında vuracak bir cihazınız var mıdır? hem insan değil midir düşe kalka öğrenen, hatalardan ders çıkarması gereken. madem siz hata görüyorsunuz bir daha yapmazsınız. ya size de birileri hakettiğinizden fazla değer vermişse...

İnsanlara gereginden fazla deger veriyorum

 insanları öyle sever öyle değer verirsiniz ki bunca şeyin sonunda güzel bir kazık yediğiniz zaman 'keşke' demenin faydası olmadığını görürsünüz.
aslında biliyorsunuzdur bu kadar değer vermenin yanlış olduğunu ama bu sefer ki farklı diye düşünürsünüz her zaman ama ne yazık ki gün gelir 'o' da gerçek yüzünü gösterir ve siz yine başınızı duvarlara vurmaya başlarsınız.